Zamanın Ekranda Kaybolan Yankısı
Evlerin içinden aynı ses yükseliyor artık…

Ahmet İpin
-
“Yine mi telefondasın?”
Bir annenin sabrını zorlayan, bir babanın içini acıtan, bir çocuğun ise duymamayı seçtiği o cümle.
Bir zamanlar akşam sofralarında birlikte toplanan, kahkahaların yankılandığı o evlerde artık sessizlik hüküm sürüyor. Sadece ekran ışıkları yanıyor. Parmakların ritmiyle akıp giden kısa videolar, renkli ama boş görüntüler, sahte gülümsemeler... Gerçek hayatın yerini alan dijital bir sahne var karşımızda.
Ali mesela…
On yedi yaşında. Bir zamanlar okuldan döner dönmez babasının yanına gider, “Baba bugün tarih öğretmeni bana aferin dedi!” diye övünürdü. Şimdi ise odasına kapanıyor. Işığı kısık, perde kapalı. Yüzünü ekranın mavi ışığı aydınlatıyor. Saatler geçiyor, dışarıda gün batıyor ama o farkında değil. Gözleri başka bir dünyanın penceresinde.
Annesi kapıdan sesleniyor, “Ali, yemek hazır oğlum.”
Bir “birazdan” sesi geliyor odanın içinden.
Ama o “birazdan” hiçbir zaman gelmiyor.
Bir annenin içi burkuluyor. Bir baba susuyor, çünkü konuşsa yine tartışma çıkacak biliyor. Oysa onların tek isteği, çocuklarının yeniden hayatın içine karışması. Gerçek dostluklara, gerçek gülüşlere, gerçek zamana dönmesi.
Evlerin duvarları artık çocukların kahkahalarıyla değil, bildirim sesleriyle yankılanıyor.
Zil sesleri değil, “beğeni” sesleri var artık.
Bir zamanlar parklarda koşuşturulan, misketlerin, ip atlamaların, top seslerinin dolduğu o sokaklarda şimdi sessizlik var.
Her aile aynı dertten mustarip.
Ankara’da bir anne, Van’da bir baba, İzmir’de bir öğretmen…
Hepsi aynı serzenişi paylaşıyor:
“Çocuğum gözümün önünde ama aslında çok uzaklarda.”
Sosyal medya, adı “bağlantı” olsa da kopuşun en büyük sembolü haline geldi. İnsanlar birbirine daha yakın görünüyor ama kalpler arasında kilometrelerce mesafe var.
Bir ekran, bir ailenin arasına girebilecek kadar güçlü olmamalıydı ama oldu.
Oysa kimse kötü niyetle başlamadı bu hikâyeye.
Biraz eğlenmek, biraz haber almak, belki birkaç arkadaşla iletişimde kalmak içindi her şey.
Sonra ekranın ardındaki dünya, gerçek dünyanın yerini aldı.
Zaman çalındı, fark edilmeden.
Bir akşam yemeğinde baba Ali’ye dönüyor:
“Evlat, ben seninle konuşmak istiyorum, ama sen hep bir yerlere dalıyorsun.”
Ali başını kaldırıyor, kısa bir an için babasının gözlerine bakıyor, sonra yine ekrana dönüyor.
O anda baba, oğlunu kaybettiğini hissetmiyor belki ama sessiz bir savaşın içinde olduğunu biliyor.
Bir yanda sanal dünya, bir yanda baba sevgisi.
Her aile aynı mücadelenin içinde aslında.
Anneler, babalar çocuklarının ellerinden ekranları değil, zamanı kurtarmaya çalışıyorlar.
Birlikte oturulan sofralarda sessizliği bozan tek şey, ekran kaydırma sesi olunca anlıyor insan, kaybedilen şeyin sadece zaman değil; göz teması, sevgi dili, birlikte yaşamanın sıcaklığı olduğunu.
Ama her karanlığın içinde bir umut vardır.
Bir akşam, anne Ali’nin yanına oturuyor, eline telefon almadan.
“Ne izliyorsun?” diyor, yargısız, merakla.
Ali ilk kez utanmadan anlatıyor.
Bir gülümseme beliriyor ikisinin arasında.
Küçük ama güçlü bir bağ yeniden kuruluyor.
Belki çözüm yasaklarda değil, anlamakta.
Belki ekranı kapat demek yerine, “Gel birlikte izleyelim, sonra biraz yürüyelim,” demekte.
Çünkü çocukların da farkında olmadığı bir yalnızlık var içlerinde.
Ve bu yalnızlığı ancak ailelerin sevgisi silebilir.
Evet, bütün ailelerin ortak sorunu bu.
Ama her sorunun içinde bir çıkış yolu da vardır.
Biraz sabır, biraz anlayış, biraz da sevgiyle…
Belki bir gün, evlerde yeniden kahkahalar yankılanır;
Ekranların sessiz çığlığı yerini insan seslerine bırakır.

