Ekranların Gölgesinde Kaybolan Yürekler: Ali’nin Sessiz Uyanışı
Dijital dünyanın büyülü ışıkları, fark etmeden hepimizin gözlerini kamaştırıyor. Çocuklarımız avuçlarındaki ekranlara dalıp giderken, evlerimizdeki sessizlik ağırlaşıyor; konuşmaların yerini bildirim sesleri, aile sıcaklığının yerini ise soğuk ekran ışıkl

Ahmet İpin
-Bir zamanlar dijital dünyanın parlak ışıkları altında kaybolmuş bir çocuktu Ali. Sanal oyunlar, bitmeyen bildirimler, anlık beğeniler ve sanal dostluklar arasında bir ömrün nasıl sessizce tükendiğini fark etmeyen binlerce gencin küçük bir yansımasıydı o. Evdeki sessizlik artık doğaldı. Anne, babanın sustuğu bir sofrada herkes kendi ekranına gömülürken, konuşmaların yerini titreşim sesleri almıştı.
Ali’nin hayatı, bir gün dedesinin hastalanmasıyla değişti.
Uzun süredir köyde yalnız yaşayan dede ve ninesi, şehirdeki çocuklarının unuttuğu eski bir evin gölgesinde yaşıyorlardı.
Telefonları vardı ama arayan yoktu.
Evleri vardı ama sesi duyan yoktu.
Bir gün annesi, çaresizce “Ali, birkaç günlüğüne köye gitsen, deden kötüleşmiş” dedi.
İstemeye istemeye, elinde telefonu, kulaklarında müzikle köyün yolunu tuttu Ali.
Başta hiçbir şey ilgisini çekmedi: tozlu yollar, sessiz ev, çay kokusu, kuş cıvıltısı…
Ama sonra, dedesinin bakışları bir şey söyledi ona
O sessiz bakışta insanın insana ihtiyaç duyması vardı.
Bir ekran değil, bir yüz gerekiyordu orada.
Günler geçtikçe, Ali’nin elindeki telefon bir kenara bırakıldı.
Bir sabah ninesi ona “gel şu bahçedeki ağacı budayalım” dediğinde, ilk defa gerçek bir şey tuttu eline: bir dal.
Sonra dedesiyle oturdu, çocukluğundaki hikâyeleri dinledi.
Sanal kahramanların değil, gerçek insanların hikâyeleriydi bunlar.
Ve Ali anladı, ekranın öteki tarafında hiçbir sıcaklık, hiçbir koku, hiçbir el yoktu.
Bir hafta içinde, Ali’nin sesi değişti.
Artık kelimeleri kısa mesajlardan ibaret değildi.
Dedesine su uzattığında, içinde bir huzur vardı.
Ninesiyle yemek yaptığında, bir “beğeni” değil, bir tebessüm kazanıyordu.
Köyden döndüğünde telefonunu açtı.
Ama bu defa parmakları titredi.
Bir an durdu, fotoğraf galerisine baktı, hiçbirinde kendini göremedi.
Oysa dedesiyle çektirdiği o tozlu bahçe fotoğrafında, yıllardır kaybolan bir yüz vardı: kendi yüzü.
Bugünün toplumunda çocuklarımız, dijital dünyanın içinde kaybolurken, biz yetişkinler seyirciyiz.
Onları eğlendirmek adına susturduk, susturdukça uzaklaştılar.
Ekran ışığı altında büyüyen bir nesil, sevgi sıcaklığını unuturken; yaşlılarımız, bir köşede sessizce soluyor.
Ali’nin hikâyesi, sadece bir çocuğun değil, toplumun kendi vicdanına dönüş hikâyesidir.
Ekranların sessiz çığlığını artık duymanın zamanı gelmedi mi?
Belki de hepimizin bir ninesi, bir dedesi, bir Ali’si var…
Ve belki de kurtuluş, bir bildirim sesi değil; bir insan sesidir.

